Genç kadını 23 Eylül'de Heidelberg Şatosu'nun güze dönmüş bahçesinde son kez gören Goethe, o gün orada aşikar sırrı ebedi Züleyha'sına bir Gingo ağacını gösterir. Ve ağaçtan kopardığı iki yaprağı, tamamladığı şiirle birlikte 27 Eylül'de Marianne'ye gönderir. Doğu-Batı Divanı'nın "Züleyha Kitabı"nda yer alacak olan "Gingo Biloba Ağacı" isimli şiirdir bu.
Anavatanı Çin olan Gingo, uzun ömürlü ve çok yavaş gelişen bir ağaçtır. Dinozorlar tarafından şu haliyle görülmüş yani hiç değişmemiş olan bu "yaşayan fosil" güzelliğin ölçüsü altın orana uygun ve stilizeye müsait yaprakları ile her türlü bezemede sık kullanılan bir motiftir. Üstelik Hiroşima'da atılan bombaya dayanabilecek kadar da mukavimdir. Bu zenginliklerinin yanı sıra tek sap üzerinde bir Çin yelpazesi gibi açılarak bölünen (ya da birleşen) ikili yaprağıyla Gingo, Uzakdoğu öğretilerinde tek ve çift arasındaki evrensel ilişkiyi işaret eden derin bir mistik anlam da kazanır.
Bireysel aşk tecrübesini kozmik duyuşla birleştirerek evrenin bakışını kendi bakışına ekleyen Goethe, "Gingo Biloba Ağacı" şiirinde doğu bilgeliğinin bir emaneti olarak bahçesine düşmüş bu ağacın yaprağını uzun uzun seyreder ve onun ikiye bölünmek üzere olan bir mi, yoksa birleşmek üzere olan iki mi olduğunu düşünür. Bu sorunun cevabını kesin olarak veremese de, aslolanın zaten birin içindeki ikiyi, ikinin içindeki biri fark etmek olduğunu söyleyerek bitirir şiirini: "Hissetmiyor musun şiirlerimde/Tek ve çift olduğumu benim". O, tam ortasından bölünmüş olsa da birdir aslında ve bir de, olsa olsa tam ortasından bölünmek üzeredir aslında. İkide bir, birde iki. Böylece Goethe her şeyin zıddıyla kaim olduğunu, ancak zıtların birlikteliğinden gerçek bir bütünün ve ahengin doğduğunu tekrar eder. Bütün semavi dinler gibi kadim öğretilerin de temel ilkesi olan vahdet anlayışına can damarından bir bağlanma olan bu idrak aynı zamanda hayatın zenginlik nabzını tutan kutupluluğu da ifade etmektedir. Doğu-Batı Divanı (Ötüken, 2009) mütercim ve yorumcusu Senail Özkan'ın işaretiyle Divan'da "bazen vuslat ve ayrılık, bazen birlik ve ikilik, bazen Doğu-Batı, bazen kadın ve erkek, bazen Tanrı ve insan, hayat ve şiir, yazı ve mana şeklinde" kullanılan bu kutupluluk ilkesi "ebedi hayatın damarlarına kan pompalamaktadır (s. 449)".
Bana gelince. Gingo Biloba ağacını, onun ismini, resmini, yaprağını, hikâyesini merak ederken ilginç bir alt başlıkla karşılaşıyorum Vikipedi'de: "İstanbul'da, Ankara'da ve Trabzon'daki Gingo Biloba Ağaçları". Hayret! Bir şehir sadece ona sahip olmakla bile literatüre giriyor demek ki. Bir coğrafyadaki varlığı bile kayda değer bir şey olurken kendi haneme düşen hisseyi okuyorum: "Trabzon'da ise KTÜ Orman Fakültesi önünde bulunmaktadır (Halil Şahin)". Vallahi hoş! Benim güzergâhım üzerinde yani! Ağustos ramazanı. İlk gün. Yağmurdan eser yok. Buram buram ter vakti. İzindeyim üstelik. Olsun! Yola düşüyorum. Bomboş kampusun 30 km hız sınırlı yollarından geçiyorum. Orman Fakültesi'nin önüne yasaksız bir U dönüşü. O kadar ağaç kalabalığının ortasında fark edebilir, ayırabilir miyim diğerlerinden? Resminden sahicisini çıkarabilir miyim? Ben ki tuttuğu bütün ağaç-yaprak defterlerine rağmen elma ile armut yapraklarını bile birbirinden ayıramayanlar zümresinde, sicili bozuk biriyim. Derken. Kendi kendime, işte, vallahi buldum, deyiveriyorum. Yol kenarında. Önünden kaç kez geçtiğim ağacı ilk kez tanıyorum. "İsim hiçbir şeydir sezgi ise her şeydir" diyen Goethe'ye hainlik edercesine "Goethe ağacı" diye görünmez bir isim bırakıveriyorum gövdesine. Bir ağaç görüyor bunu bir ben biliyorum. Dönerken. Goethe ve Teknik üniversite! Yan yana çok güzel duruyor. Değil mi ki kozmosun dili hendese!
|